Doğum sancılarım yeni kitabım için! demişti Nietzsche, “Zerdüşt” ü müjdelerken. Öyle bir hisse kapıldığım hiç olmadı.
Sokak köpekleri, çöp kovaları ve yıldızların senfonisine, nereden aklımda kaldığını bilmediğim bir müzikle eşlik ediyor ruhum. Yoldayım, şehir ışıklarıyla beraber ilerlerken eve doğru, bilinen argümanları askıya aldım… Çevremde dönen diyaloglardan farklı olarak buraya yazıyorum. Küçükken damda yatardım, kurbağa sesleri eşliğinde yıldızları izlemek çok hoşuma giderdi. Artık yoklar ; kurbağaları düşlerim yuttu, yıldızları duvar..
Hayatımızı çoğu kez iplemediğimiz şeylere borçluyuz. Basit bir yara, kocaman bir enfeksiyona dönüşebilir biz farkında bile olmadan. Güzel şeyler yapalım derken elimize yüzümüze bulaştırdık her şeyi, aşkı bile. Sevgiyi içimize gömelim derken devasa bir aşıklar mezarlığına döndü kalbimiz, sadece biz geç farkettik ve üzerimize kitledik o kutsal kapıyı ; daha kolay intihar edebilmek için ve saklayabilmek için gerçeği kendimizden.
Zevk ve beğenilerimizin aksine elimize geçen her fırsatta dile getirdik. Önce onlar tarafından terkedildik çünkü. Kutsal olandan en absürt olana kadar ilk tekmeyi onlardan yedik ve günah işlemeyi ondan öğrendik. Paradoksal olanı sempatik gösterip tutarlı salaklar gibi takılmamız da bundanmış, anladım.. Ve anladım, hiçbir büyük sanatçının cenazesi sanıldığı kadar kalabalık değildir, saklamaya çalıştığımız gerçeği açığa çıkardıkları için.. Çünkü sanat kolektif yarayı gösterir bize ve aynalar kırıklarla doludur, ömrümüzün kavramaya yetmediği gerçeği uyuyarak teselli etmeye çalışırız her zaman.
Uyudun mu?