En az açık balkon kapıları ve antidepresanlar kadar ; güzelleştirdiği ölçüde çekilmez de kılabiliyor hayatı izmaritler. Son nefesi çekip bahçeye fırlattım izmariti , pencereyi kapayıp kulaklığı taktım ve hiçbir şey olmamış gibi çay demledim.
İlşkilenmelerimize duygular değil de matematik hükmetseydi hayatı biraz daha anlamlı bulabilirdik. Ama birbirimize boğulmuş durumdayız, söze dönüşmeyen duygular atmosferi, kaos, melankoli, Vivaldi… Söylemlerimiz göğe çarpıp bize yansıyor ve onlardan arta kalan gerçekliğe kader deyip boyun eğiyoruz. Keşke diyorum bazen ; Nietzsche gibi birkaç filozof daha çıkıp “Her durum kendine özgüdür, dolayısıyla nitelik olarak iyi ve kötü aynı şeyin yansımalarıdır. Evrensel ahlak yasası yoktur, durumların ahlaki yorumu vardır sadece.” deseydi ya da koca dinler tarihi ; hep yeni vatanlar icat etmek yerine esas görevlerinin “insanları ikileme sürüklemek” olduğunu söyletseydi elçilerine, ilk ağızdan duymayı ne çok isterdim, ama olmadı ikisi de. Bu dahil hiçbir metot insanın kendini ifade etme konusundaki ucubeliğine çare olamıyor.
Kalbi elinde gezen kahin, hayatın kendisine armağan edildiğini müjdelemişti insanlara. Yetişkin olmayışının kurbanıydı ve doğumundan kimsenin haberi olmayacaktı , ölümü fırtınalar koparmasaydı eğer.