Herkese Merhaba;
Çok uzun bir aranın ardından yine buralardayım. Sanatı, tarihi anlatmaya kaldığım yerden devam ediyorum.
Bu yazımızda insanlığın tarıma geçiş sürecine yer vereceğiz. Tarımdan önceki yaşam hakkında bilgi almak isteyenler. Bu yazıdan önce onu buradan okuyabilirler.
Artık buzullar yavaş yavaş erimeye başlamış, iklim ılımanlaşmış, yeni bitki ve hayvan türlerinin de ortaya çıkmasıyla insanoğlu, avcı ve toplayıcı yaşamdan yerleşik yaşama ve tarıma geçiş yapmıştır. Bu geçiş yaşam tarzlarında köklü değişimlere neden olmuş ve insanlık tarihinde yeni bir dönem başlatmıştır. Koyun, keçi, domuz ve sığır yetiştiriciliği şeklinde ortaya çıkan hayvancılığın ve tarımın adım adım gelişmesi, insanların daha büyük topluluklar halinde hareket etmesine ve belli bir yerlere yerleşmelerine etken olmuştur. Bu yeni yaşam düzeni, insanların toplumsal ve siyasi gelişmelere yol açan yeni tarzları ve yeni teknikler geliştirmelerini de beraberinde getirmiştir.
Gordon Childe, eski taş çağının avcı ve toplayıcılıkla uğraşan insanlarını, çiftçi ve hayvan yetiştiricilerine dönüştüren bu köklü değişim için “Neolitik Devrim / Yeni Taş Çağı” terimini kullanmıştır. Childe, arkeolojik verilere göre bu çağın Fırat, Dicle ve Nil gibi büyük akarsu boylarında ortaya çıkıp geliştikten sonra, Avrupa ve dünyanın diğer yerlerine yayıldığını savunmuştur. Bu gelişim, dünyanın çeşitli yerlerinde farklı tarihlerde yaşanmıştır.
Paleolitik Çağ’ın “toplayıcılık ekonomisinden” Neolitik Çağ’ın “üretici ekonomisine” geçişte, insanoğlunun teknolojisi, sosyo-kültürel yapısı, zihniyeti, sanatı köklü bir değişime uğramıştır.
Neolitik Çağ;
- Çanak Çömleksiz Neolitik,
- Çanak Çömlekli Neolitik
olmak üzere ikiye ayrılır. Bu ana dallarda kendi aralarında alt gruplara ayrılır. Ama bu kadar detaya inmeyeceğiz.
Tarım ilk olarak Orta Doğu’da ‘verimli hilal’ dediğimiz Filistin’den başlayarak Batı ve Kuzey Suriye’yi, Kuzey Mezopotamya’yı ve Dicle Nehri’nin doğusunda kalan Zagros Dağları’nın batı eteklerini kapsayan bölgede gelişti. Şu an biliyoruz ki en çok tüketilen besin olan buğdayın ana vatanı Urfa ve Diyarbakır arasındaki Karacadağ.
Tarım Dünya’nın farklı yerlerinde farklı zamanlarda başladı. Örneğin; Ortadoğu’da günümüzden 10.000 yıl önce başlarken Güneydoğu Asya’da günümüzden 8000 yıl önce ve Orta Amerika’da ise günümüzden 5000 yıl önce başladı. Tabi ki bu bölgelerde tarımı başlatan bitki türleri aynı değildi. Ortadoğu’da arpa, buğday; Güneydoğu Asya’da pirinç ve Orta Amerika’da ise mısır tarıma alınan ilk bitkilerdi. Tarım bu merkezlerde başladıktan sonra hızla diğer bölgelere yayıldı ve Epipaleolitik yerleşimler, Neolitik yerleşmelere dönüşmeye başladı. Verimli hilal üzerinde bulunan bu neolitik yerleşmelere örnek olarak Filistin’de Jeriko ve Jarmo, Suriye’de Mureybet, Anadolu’da Caferhöyük (Malatya), Çayönü (Diyarbakır), Hallan Çemi (Batman), Nevali Çori (Urfa) ve Göbekli Tepe (Urfa)‘yı verebiliriz.
Yerleşik yaşama geçişte ilk köylerin oluşmaya başlamasıyla nüfus artışları gözlemlenmiştir. Muhtemelen bu nüfus artışıyla toplanan tahıllar artık ihtiyaca cevap veremiyordu. Bu da insanoğlunu yeni çözümler aramaya yöneltti ve yabani tahılları toplamaktansa kendileri üretmeye başladılar. Böylece arpa ve buğdayla sınırlı kalan tahıllar artık mercimek, nohut ve bakla gibi yeni tahılların gelmesiyle çeşitlendi.
Neolitik Çağ’da tarımında sonraki en büyük en önemli keşif hayvanların evcilleştirilmesidir. İnsanoğlu koyun, keçi, domuz ve sığırı evcilleştirmiştir. Bu hayvanların sütlerinden ve yünlerinden faydalanmışlardır. Neolitik Çağ’ın ilk başlarında evcilleştirilen hayvan sayısı yetersiz olduğu için bir yandan avcılığa devam etmiş ancak evcileştirilen hayvanların sayısı artmaya başladıktan sonra avcılık yavaş yavaş azalmıştır. Evcilleştirilen hayvan türleri coğrafyaya göre farklılık göstermekteydi. Örneğin Afrika’da sığır ve keçi, Doğu Asya’da domuz, Güney Amerika’da ise lama evcilleştirilmişti. At, deve ve kümes hayvanları ise daha geç dönemlerde evcilleştirilebilmişti.
“Üst Paleolitik Çağ’da doğanın kural ve gerçeklerini yavaş da olsa anlamaya başlayan, ancak bunların arasındaki gerçekler konusunda yeterince bilgi sahibi olmayan insanın, öncelikle soyunun devam etmesi, yani çoğalmaya önem verdiği anlaşılmaktadır. Bunun yanında topluluk içindeki sınıf sistemi olasılıkla erkeklerin avlanma yetenekleri ile belirlenmiş, kabilelerin kulübeleri ve bununla ilgili temizlik işlerini ise kadınlar görmüş olmalıydı. Böylece insan oğlunun düşünce dünyasında kadın giderek bir verimlilik-bereket simgesi olarak ortaya çıkmış gibidir. Nitekim bu anlayış zaman zaman ‘venüs’ denen ve daima kadınlara ilişkin küçük heykelciklerden anlaşılmaktadır. Bunlar çoğu kez göğüs, kalça ve cinsel organları abartılmış. bir durumda ve gebe olarak biçimlendirilmiştir. Ana tanrıça kavramının en eski somut örnekleri üst paleolitik insanının iç dünyasını yansıtması bakımından önem taşırlar.
Son olarak Neolitik çağ topluluklarında ortaya çıkan üreticilik faktörü insanoğlunun düşünce sistemi ve inanç biçimini de derinden etkiledi. Bunun sonucunda kadının doğurganlığı ile doğanın bereketi arasında ilişki kuruldu. Bu da inanç sisteminde kadının biraz daha öne çıkmasına yol açtı. Önceleri iyi bir av peşinde koşan topluluklar, artık dikkatlerini toprağın verimliliğinin konusuna yöneltmeye başladılar. Çatalhöyük’te bulunmuş, tanrıçanın doğum anını gösteren heykelcik ve kabartmalar insanoğlunun bu doğum olayının ne denli etkisinde kaldığının en canlı belirtisidir. Böylelikle Anadolu yarımdasında doğuran ana tanrıça kavramı iyiden iyiye yaygınlaştı ve kökleşti. Tarih dönemlerde bu tanrıça Matar, Magna Mater, Kubaba, Kubile, Kuvava ve Kybele adlarıyla tanınıyordu.” [Sevın, Veli; Eski Anadolu ve Trakya, iletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s.66]
Dijital Medyanın Sanat Festivallerinin Tanıtımındaki Rolü isimli yazı için tıklayın