ALTAY KARTALI
Doğu Türkistan, asırlardır batıda Rusya, doğuda Çin’ in arasında kalmış, bu iki devletin çıkar arayışları arasında kendi özgürlükleri için savaş vermişlerdir. Kendilerine biçilen makus talihi yenmek için nice mücadelelere girmiş, çoğunda büyük başarılar elde etse de tam olarak bağımsızlıklarını kazanamamışlardır.
Bu yazımda, Doğu Türkistan’ın, 20.yy’da Çin zulmüne karşı direnen, Kızıl Çin’in bir zamanlar korkulu rüyası olan, büyük kahramanlıklar gösteren mücahitlerinden biri OSMAN BATUR’U namı diğer ALTAY KARTALINI sizlerle buluşturacağım.
Asıl adı OSMAN İSLAMOĞLU ‘dur. Batur ona verdiği mücadelelerden, kazandığı başarılarından dolayı verilmiş bir sıfattır. Batur, ‘Kahraman ve yiğitçe savaşan’ anlamına gelmektedir.
Altay Kazaklarından İslam Beyin oğlu Osman İslamoğlu 1889 da Kayca (ayça) hanımdan doğdu. Herkes gibi oda 10 yaşından önce usta bir avcı ve biniciydi. 1.85 boylarındaydı iri ve heybetli bir yapısı vardı. az ve öz konuşurdu. 40 yaşına kadar hayvancılıkla uğraşmıştır. ilk dini bilgilerini dedesinden, savaşmayı ise vaktinde çinle büyük savaşlar vermiş olan böke baturdan öğrenmiştir.
Böke Batur, Osman Batur’a hem mertçe savaşmayı hemde çin ve ruslara karşı bitmez bir kin aşılamıştır. Böke baturun söylediği ‘Bir gün, biz kâfirleri yine çöllerin öbür tarafına atacağız. Sayıları Taklamakan Çölü’ndeki kum taneleri kadar olsa bile!” sözü zamanı geldiğinde osman batur ve arkadaşlarına umut ışığı olup, gerekli olan gücü ve inancı bundan alacaklardır.
Yıllardan 1940…
Çin zulmü dayanılmaz noktalara ulaşmış, Türkistan alimleri, liderleri bahanelerle tutuklanıp idam ediliyor, halkın mallarına gasp ediliyor, camilere tecavüz edilip, Kuran-ı Kerimler yakılıyor, çin askerleri camilere çizmeleri ile giriyor, halk büyük zulme ve kırıma uğruyordu.
Yine 1940 yılında , Sarıtogaydaki Ahid hacı camiine yapılan tecavüz bahane edilerek, Türkistan halkı Irıs han ve Esım hanın liderliğinde büyük bir protesto yaptı. Çin makamları gösteri yapanları tutuklamaya çalışınca, Irıs Han ve Esım han önderliğinde ilk kurşun çinlilere sıkıldı ve büyük bir çarpışma cereyan etmeye başladı ve bu çarpışma 10 ay kadar sürdü. 10 ay sonra Irıs Han ve Esım Han vefat etti. çinli makamlar bu durumu fırsat bilip, artık Türkistan halkının başsız kaldığını isyan edemeyeceğini de düşünüp, halkın elindeki silahları toplamaya başladı. Halk başsız kalmanın şaşkınlığı ile ne yapacaklarının bilmeden silahlarının Çinli birliklere teslim ediyorlardı.
Bir gün İslam bey’in avında Çinli askerleri gelip herkesin silahlarını teslim etmesini istedi. İslam beyin büyük oğlu Osman silahını vermeyip almak isteyenlere de mukavemet gösterdi. Babası İslambey oğluna ne dediyse dinletememişti. Osman ‘Bugün silah veren, yarın canını verir, demektir. Benim çinlilere verecek silahım yok. İstiyorlarsa, gelip kendileri alsınlar. Korkuyorsanız siz silahlarınızı veriniz’ diyor ve daha çıkacağını söylüyordu.
Ve Osman, dediğini yaptı arkadaşı Süleyman ve oğlu Şerzimanla birlikte dağa çıktı. Babası İslam bey arkasından hayır dualarla oğlunu uğurladı. Osmanın annesi Kayça (Ayça) Hanım’ın oğlu için söylediği ‘ Ben, oğlumu bugünler için doğurdum. Asırlardır koyun boğazlar gibi bizi, çinliler boğazladı. Birçok kandaşlarımızın canına kıydılar. Bizim canımızda onlarınkinden kıymetli değildir. Korkuyorsanız, gidip çinlilerin ayaklarına kapanın, onlarla birlik olup oğlumu dağlarda arayın. Yerini biliyorsanız ihbar edin..’ gibi sert sözleri ile hem oğluna destek oluyor hemde, halkı galeyana getirip, oğluna destek çıkmalarını sağlıyordu.
Osman, özgürlüğü kazanmanın tek yolunun çinliler ile sonuna kadar mücadele etmek olduğu kanısındaydı. Çinin yaptığı zülmün artık durdurulması gerektiği, onlara hakettikleri dersi vermenin zamanının geldiğini bunun için hayatının sonuna kadar direnmeyi, ne olursa olsun halkını rahata arzuladıkları bağımsızlıklarına kavuşturmayı kendine amaç edinmişti.
Bu sırada , Çin, dağa 3-5 eşkıya çıktı nasılsa geri inecekler düşüncesi ile Osman ve arkadaşlarının önemsemiyor, onlar için bir şey yapmıyor peşinden gitmiyorlardı. Bu Osman için büyük bir fırsattı, kısa zaman içinde halktan aldığı destek ve yardımlarla, yanında savaşmak isteyen mücahitlerden bir ordu kurmuştu. Günler geçiyor Osman ve ordusu kuvvetleniyordu. Savaş için gerekli silah ve mühimmatları da tamamlamışlardı. Geriye Çine iyi bir ders vermek için bir fırsat kollamak kalmıştı.
Bir gün Urumçi’deki askeri üssün bir kısmının Altay’a sevk edileceği haberi Osman’a ulaşmıştı. Nihayet beklediği fırsat 1942 yılında eline geçmişti. Bu konuyu arkadaşlarına açıp, mücadele için hazırlıklara başladılar. Ve Altay da Çinlilerle bir gece karşılaşmış onlara korkulu dakikalar yaşatmışlardı. Bu Osman’ın ilk savaşıydı. çok bir başarı elde edemese de Çinli birliğine büyük zaiyatlar vermişti. Ve artık Osman İslamoğlu ve yanındaki mücahitlerin Çin Emperyalizmine karşı haklı mücadeleleri bu karşılaşma ile resmen başlamıştı.
Osman Batur ve mücahitlerinin bu başarısını duyan Altaylardaki halk, Osman bizim kurtarıcımız, onu desteklemeliyiz diyor, Onu büyük bir sevgi ve gururla karşılıyorlardı.
Osman Batur ve ordusu yavaş yavaş Altaylardan Çinlileri temizlemeye başlamışlardı. 22 Temmuz 1943’te Bulgun’da yapılan törenle Osman Batur Altay Kazakları’nın Han’ı ilân edildi. 1945’e gelindiğinde, Doğu Türkistan’da birkaç şehir haricinde, kontrol Doğu Türkistan Müslümanlarının eline geçmişti.
Çinliler, yönetimleri altında bulunan meskûn bölgelerin birer birer elden çıkmakta olduğunu anlayınca, büyük bir ordu oluşturdular. Osman Batur ve beraberindeki mücahitler, sayıca kendilerinden 10 kat fazla ve modern silâhlarla donanmış düzenli orduya karşı savaşa devam ettiler.
1949 yılında, Osman Batur daracık bir dağ bölgesine sıkışmıştı. Başlangıçta 30 bin savaşçı olan kuvveti 1950’de kadın ve çocuklar dâhil 3-4 bine inmişti. Son sığındığı yer, Gez Kurt bölgesiydi. Karakışta hayvanlar dağlarda barınamıyor, eteklere inmeye mecbur oluyorlardı.
1951 Şubat’ında, komünistler yine bir baskın hücumu yaptılar. Kazakların büyük bir kısmı yine baskından kurtuldu. Osman Batur’un kızı Azpay’la birlikte, birçok kadın-kız komünistlerin eline geçti. Osman Batur onları kurtarmak için bir geçitte 200 kişilik bir düşman birliğine tek başına hücuma geçti. Çok sayıda düşmanı öldürdü. Ancak cephanesi bittikten sonra, Kamambal Dağı’nda yakalandı.
Tung-Huang şehrine götürüldü. Ellerinden ve ayaklarından zincirlerle bağlanarak zindana atıldı. Her gün kesintisiz işkence görüyor, kendisine yardımcı olan Türkleri ele vermesi için sıkıştırılıyordu. Çeşitli işkencelerden sonra, bir atın üzerine bindirilip “Türkistan’ı, Çinlilerden kurtaracağım diyen adamın hâline bakın“ diyerek, sokak sokak dolaştırdılar.
Osman Batur, her sokakta “Ben ölebilirim ama dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecek“ diye haykırıyordu. Bu sözleri ile kendinden sonrakilere umut ışığı oluyordu.
Çinliler, işe yarayacak bilgi alamayacaklarını anlayınca Osman Batur’u göstermelik bir mahkemeye sevk ettiler. Mahkeme, önceden verilmiş kararı, 19 Nisan 1951 tarihinde açıkladı: “Devrim düşmanlığı suçundan idam…”
29 Nisan 1951 tarihinde, önce kulaklarını, sonra kollarını keserek, Urumçi’de kurşunlanmak suretiyle şehit edildi.
Osman Batur idama götürülürken, Doğu Türkistanlı yazar Abdurrahman Hacımelek, Osman Batur’un hayatını anlattığı bir makalesinde, yakalandıktan sonra şehid edilişini şu şekilde anlatıyor:
“29 Nisan’da şahadete gidecekti büyük kahraman. O sabah, tabiat olayları normal seyrinin dışında idi, Urumçi’de hava kapkara idi. Çünkü baturlarının idamını protesto eden halk, ormanları yakmıştı. Çinli muhafızların gözlerinde, kendilerine doğru tüm heybeti ile yürüyen Osman Batur’a karşı korku beliriyordu, zorla meydana getirilen halk arasından tekbir sesleri geliyordu.
Çinliler nişan almış bekliyorlardı. Osman Batur, “Allahu Ekber” dedi ve ardından kurşun sesleri geldi. Sanki namaz kılıyordu; önce dizüstü düştü, sonra alnı secdeye vardı. Bir rütbe daha kazanmıştı: “Şehidlik…”
Oğulları Şerdiman ve Nebi ise babalarının kaldığı yerden cihada devam ediyordu. Büyük kahramanın oğulları da kendisi gibi destan yazmaktaydı. Çivili sopalar ve tüfekler ile uçaklara, tanklara meydan okuyorlardı. 1953 yılına kadar direnen oğulları, işgalci Çinliler ile yaptıkları anlaşma sonucu direnmeye son verdiler. Çin Komünist Partisi, tarihte bir ilki yapıyordu, yenildiğini kabul ediyor, anlaşmaya oturuyordu. Yapılan Anlaşma şartlarından biri de Şehid Osman Batur’un naaşının teslimi idi. Nihayet naaş alınır ve Köktogay bölgesindeki Kürti Ağulu’na defnedilir. Buraya yapılan türbe, sonraları, Çin uçakları tarafından çok kez bombalanacaktı. Çinliler büyük kahramana mezarı bile çok görüp, ona ordada rahat vermemişlerdir.
Osman Batur, Türk tarihinin yetiştirdiği büyük askeri dehalardan biridir. Çağımızda yaşadığı halde çok az kişi tarafından tanımaktadır. Osman Batur bir halkın kötü giden talihini, elinde Yeterli olmayan silah ve mühümmatlarıyla, elverişsiz coğrafi koşulların da üstesinden gelerek bağımsızlığı her şeyin üzerinde tutarak Türkistan tarihinde büyük başarılara imza atmıştır. Türkistan’ın kalıcı tam bağımsızlığını sağlayamasa da bu uğurda hayatı boyunca çabalamış ve kendinden sonra gelen mücahitlere örnek olmuştur.
![](https://i0.wp.com/www.sanatkarnavali.com/wp-content/uploads/2019/07/dtt.png?resize=600%2C600&ssl=1)
Kaynak: ‘Altaylar’da Kanlı Günler’ – Hızır Berk Gayretullah
https://www.yeniakit.com.tr/haber/kizil-cinin-korkulu-ruyasi-altay-kartali-osman-batur-29865.html
[…] Altay Kartalı Osman Batur […]