Sessizlik…
Çakmağın sesini duyduğunuza eminim. Saat 03 ‘e geliyor; son nefesi çekip bahçeye fırlattım izmariti, pencereyi kapatıp kulaklığı taktım ve hiçbir şey olmamış gibi çay demledim. Bu ve önceki beş saatlik süre boyunca çakılan her çakmağın sesi, sevişme sesleri, öksürme sesleri, bir yaprağın dalından kopup kaldırıma çarpmasının sesi, şiddete uğrayan bir kadının sesi, Akakiyeviç’in ayak sesleri, Bukowski’nin sifonu çekme sesi ve Marla’ nın iç çekme sesi gibi daha nicesini içine alan derin ve koyu bir sessizlik.Kendini geçersiz kılan boşluk, unutkanlık…
Bireysel eşitliği bozmak için çok değil , birkaç bin öncesine; yüzünü gölgesine , sırtını ateşe dönen bir neandertalin donuk bakışlarını izlememiz yeterli. Gecenin ehlileştirdiği türle aramızdaki nitelik farkını, okuma lambası kapatamaz. En iyi ihtimalle öleceğiz. Hayatımızdan geriye “yaşam” a kondurduğumuz çelişkili bir öpüşme kalacak. Yüzüme dokunurken onun yüzüne dokunur gibi oluyorum, ama bu yüz onun değil,biliyorum!